Tüzel kişi, kendisini oluşturan kişilerden ve organlarının üyelerinden bağımsız bir kişiliğe ve kendine ait ayrı bir malvarlığına sahiptir. Tüzel kişi ile üyeleri arasındaki bu şahıs ve mal ayrılığı ilkesine rağmen, uygulamada ayrılık ilkesinin uygulanması hakkaniyete aykırı sonuçlar ortaya çıkarabilir. Dolayısıyla bu gibi hallerde, üyelere ilişkin bazı hususların tüzel kişiye izafe edilmesi ya da tüzel kişinin borçlarından dolayı, sadece kendi malvarlığı yerine, arkasında bulunan üyelerinin de malvarlıklarına müracaat edilir.
Hakkaniyet gereği tüzel kişiye müracaat edilmesi sonucu ortaya çıktıktan sonra, hangi hükümler tahtında tüzel kişiye müracaat edileceği tartışılmaktadır. Çünkü, tüzel kişilik kurumunun en önemli özelliği onu oluşturandan ve malvarlıklarından ayrı, bağımsız yapıda olmasıdır. Bu nedenle her somut olayın durumuna göre, sorumlulara başvurmak için tüzel kişilik perdesinin kaldırılmasına itina ile yaklaşılması gerekmektedir. Türk Hukuku’nda bazı özel pozitif hukuk normları ile tüzel kişilik perdesinin kaldırılarak sorumlulara başvuru imkanı getirilmiştir. Bu düzenlemelerin başında Limited Şirketlerin kamu borçlarından dolayı ortaklarına başvuru imkanı getiren, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanunu’n 35. maddesi; fona devredilen bankaların borçlarından dolayı kimlere başvurulacağını gösteren 5411 sayılı Bankacılık Kanunu gibi düzenlemelerdir.
İşte uygulamada ve teoride tartışılan, tüzel kişinin borcundan dolayı sadece ortaklığın malvarlığı ile sorumlu olma imtiyazının kaldırılması ve ortakların sorumlu olacağı durumların hangi hükümler çerçevesinde olacağıdır. Uygulamada genel olarak her zaman Türk Medeni Kanunu(TMK) 2. maddesine gidilmeye çalışılmaktadır. Bilindiği üzere; TMK 2: Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Bu kural hukuk sisteminde istisna kuralıdır, istisna kuralları da genel kural niteliğine getirilmemelidir aksi taktirde hukuk düzenindeki teminat kaldırılmış olur. Tüzel Kişilik perdesinin kaldırılması 3 grupta ortaya çıkmaktadır:
1- Ortaklığı iradeleri, fiilleri ve davranışlarının Tüzel Kişiye izafe edilip edilemeyeceği.
2- Sınırlı sorumluluk kuralı gereği Tüzel Kişinin ortaklarının şahsi sorumluluğuna gidilip gidilemeyeceği
3- Kardeş ya da Yavru Ortaklığın sorumluluğu
Tüm bunlardan hareketle fiilleri sonucu Tüzel Kişiyi ve buna bağlı olarak 3. kişi konumundaki alacaklarının haklarını zarara uğratan kişiye başvurulacağı, özellikle Y.19.HD. kararlarında kendini göstermektedir. Yargıtay 19. HD. 2007 tarihli bir kararında hem işveren konumundaki asıl ortaklığa hem de yavru ortaklığa dava açılması kabul edilmiştir. Yargıtay tüzel kişilik perdesinin kaldırılması için örnekleyici biçimde aşağıdaki ibareleri kullanmaktadır:
– Başlangıçtaki sermaye yetersizliği ile sonradan ortaya çıkan sermaye yetersizliği
– Şirketin hakim ortağı anasözleşme dışına çıkarak şirketi yönetmesi
– Şirketteki alanların birbirine karışması
– Malvarlıklarının birbirine karışması
Yukarıda anlatılanlar ışığında, Tüzel Kişiliğin eylem ve işlemlerinden birincil olarak Tüzel Kişi sorumlu ancak perde aralanarak ortaklar kişisel menfaat sağlamışsa bu kişilere de başvurulabilecek. Mevzuatta düzenlemelerin olduğu alanlarda bu yasal normlardan faydalanılacak ama düzenlemeler bulunmadığı zamanlarda TMK 2’ye başvurulacaktır. Bu durumlarda Yargıtay’a göre organik bağ her türlü delille ispat edilebilir ama perde kalktıktan sonra yapılan muvaazalı işlemlerde ispat sorunu gündeme gelebilir. Bu konuda da 3. kişiler bilindiği üzere muvazaayı her türlü delille ispat edebilir. Son olarak gözden kaçırılmaması gerekli olan husus senetle ispat kuralıdır. Çünkü senetle ispat kuralı Türk Medeni Yargılama Hukukunun tepesine oturtulmuş ve tüm yargılama safhasına yön veren kuraldır.